17 Ekim 2013 Perşembe

Yahya Akengin’in şiiri

 Yahya Akengin’in şiiri romantik bir şiirdir. Doğa sevgisi, geçmişe özlem, akşam ve gece temaları bu şiire egemendir. Akengin’de su, rüzgâr gibi imgeler zamanı ifade eder. Siyah ile beyaz renkler arasında belirgin bir denge varken sıcak renklerin karşısında soğuk renkler daha baskındır. Şair, daha çok serbest şiiri yeğlemiş; nazım birimi olarak çoğunlukla dörtlük ve bendi kullanmıştır. Yarım uyak, tam uyak ve redif kullanımı- nın yanı sıra aliterasyon, asonans ve tekrarlarla ezgi ve ritim oluştur- muştur. Şiire betimleyici ve anlatımcı bir üslup hâkimdir. Büyük oran- da halk şiirinin izleri görülür. Anahtar Kelimeler: Yahya Akengin, doğa sevgisi, geçmişe özlem, zaman imgesi. 
1. Giriş Yahya Akengin’in şiiri, ele aldığı konu ve temalar bakımından geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Toplumun, günlük politikanın ve çağın eleştirisi; büyük kentlerin kirliliği, deprem, savaş, yol, masalsı geç- miş ve geçmişin yüceltilmesi, doğa, hüzün, rüya, ayrılık, pişmanlık, yalnızlık konuları Eylül Kuşatması (Akengin, 2001)’nda işleniyor. Masaldan gerçeğe, 
Yahya Akengin’in Şiiri
Oktay YİVLİ*
* Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, e-posta: oktayyivli@mynet.com
Oktay YİVLİ
278 52 2008
Osmanlı’dan günümüze; büyük bir konu coğrafyasında at koşturmuş Aken- gin. Gerek ele aldığı konular, gerekse konuları işleyiş bakımından Yahya Aken- gin, denebilir ki tam bir Hisar şairidir. Hisar şiirine egemen olan coşumcu- luk (romantizm), onun şiirinin de özünü oluşturuyor. Kente alternatif olarak doğanın sunuluşu; “toplum hayatının insanı bozduğuna” ve “mutluluğu do- ğada bulduğuna” inanan, romantizmin önemli yazarlarından Jean Jacques Rousseau’yu anımsatıyor (Göker, 1986, 26). Doğadan hareket ederek duygu- larını anlatma biçimi de coşumculuğun ondaki bir başka yansımasıdır. Şaire göre –bağlandığı disipline uygun bir tavırla– gönül, akıldan önce gelmelidir. Rüya, masal, anı, hülya kavramları; bu şiiri besleyen romantik damarlardır. 2. İzlek (Tema) Doğa sevgisi; dağı, çiçeği, denizi, göğü, yıldızı, ayı, toprağı ile Akengin’in şiirinde oldukça geniş yer tutar. Charles Baudelaire’in “Bir tapınaktır doğa, canlı sütunlarından / Belli belirsiz sesler duyulur ara sıra / İnsan orada geçer tanıdık bakışlarla / Kendini gözetleyen simge ormanlarından” dörtlüğüyle başlayan Uyuşumlar (Correspondances) şiirinin (2001, 25) uç verdiği sim- gecilerin, giderek doğayı büyülü bir tapınak hâline soktuğu anlayışa benzer bir tutum görüyoruz Akengin’de. Gökyüzünde, çeşmelerde, enginlikte, ölü- lerde, insanın yüzünde, başı bulutlu dağda bir giz arar ve bulur. Ancak o, simgeciler gibi gizin neden kaynaklandığını araştırmaz, onu simgeleştirme- ye gitmez. Bu, daha çok yerli bir yaklaşım olup mistiklerin Tanrı’yı doğada aramalarını andırır. Şair, doğanın kirlenmesini insanın bozulmasına bağlar. Kentin gönüllü tutsağı, uygarlık peşinde koşarken sevgilerini yitirmiştir. Sakinlerini soysuz- laştıran şehirler; alçak, fırsatçı, uğursuz ve hırsızların kol gezdiği bir mahşer yerine dönmüştür. Kayıp bir sevgilinin sesi gibi dağların ilettiği çağrı, belki insan için bir kurtuluş nedeni olacaktır. Eninde sonunda kentin dağa sala- cağı insan, özüne dönecektir. Aslında kentleri kirleten, insanı yozlaştıran; içinde bulunduğumuz, tekno- lojinin alabildiğine hızlandığı, yüz yüze iletişimin handiyse yok olduğu “uça- rı bir çağ”dır. Akengin’e göre çağ bunalımının nedenini insanın Tanrı’dan uzaklaşmasında aramalıdır. Dingin ve mutlu günlere yeniden kavuşmak için doğaya ve Tanrı’ya yönelmek gerekir. Çeşmelerin suyu kesilmiş, eski zaman saraylarında yeller esmektedir. Şair, bu durum karşısında; Kaf Dağı, kalyonlar, şarap sarnıçları, dilberler, peri kız- ları, kızıl elma, yedi dağ, Leyla ve Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı gibi simgelerle şiirinde, Doğu’ya özgü güçlü bir masal dünyası oluşturur. Söylencelerin büyülü atmosferinden kopup gelen bu kavramlar, kimi zaman 
Yahya Akengin’in Şiiri
279 52 2008
zemin ya da dekoratif gereç olarak kullanılırken çoğu zaman geçmişe özlem ve geçmişin yüceltilmesi izleklerini kurar. Yeniçeri, Sinan, akın, beyler gibi Osmanlı uygarlığının simgelerini de bu izleği çevreleyen örgü içinde düşün- mek gerekir. Yukarıda sözü edilen temanın bir başka dekoru ise öz müzik değerlerimiz- den biçilmiştir. Halk müziği ve –Karacaoğlanca söylersek– ille de Türk sanat müziği kavramları; ud, tambur, ney, mızrap, şarkı, saba, hüzzam, muhayyer, evcara, nihavent, sûzidil, hanende feza, hicaz, feza, sûz-i dilara, saz, ninni, halay ve barıyla Akengin’in şiirindeki geçmiş hayaline parlak bir leitmotif oluşturur. Geçen zamanı, içinde yeniden kurmaya çalışan şairin, anımsama izleğini kutsallaştırması bizi şaşırtmaz. Bununla yetinmez, mitolojik bir rolle do- natarak onu evrenin yaratılışına kadar uzanan bir ezelilik içinde algılar (9). Onda anımsama “geçip gittiğini sandığım”ız zamanların gizli sığınağıdır. Akengin’de akşam, soluk bir renkle ve hüzünle sökün edip gelir. Akşamla güzeller bile hüzünlüdür. Ancak, soylu bir duygu olan hüzün, eninde so- nunda sevince dönüşecektir. Tam da bu nedenden, yaşamanın sıkıntısından şikâyet etmez şair, olduğu gibi kanıksar her şeyi. Akşamın hüznüne karşın yıldızlardan kurulmuş bir şehirle “gecenin kalbi aydınlık”tır (40). Akengin, Ahmet Haşim’in bilinmeyen, dahası, olmayan bir ülkede aradığı ve yarattığı “o belde”yi; özgün bir imgeyle “sarkıtılan kandiller gibi ışıyan yıldızlar”la bulur. Esrik bir hâldeyken geceyle kendisini tamam- layan şair; belki de en güzel dizesiyle seslenir: “Al götür beni ay, bozkırda yanan ateş bizdendir” (39). Getirdiği hüzünle akşamın bulanık, gecenin ise aydınlık olması ilginç bir karşıtlıktır. Birbirini tamamlayan, birbirine benzeyen bu iki süreç, aynı renk ve gereçlerden mamul bu iki resim, garip bir trajedinin oyuncuları olurlar. Akşamın hüznüyle kararan ruhun, gecenin iki meyvesi, uyku ve rüyayla ay- dınlanması, bu paradoksun naif bir yorumu olsa gerek. Eylül Kuşatması şairinde yol; güzellik, ömür, daha çok gurbet izleği ile bü- tünleşir. Yolcunun kısmetine ya cennet meyvesi ya da ağulu çiçek düşer. Gurbet, yalnızlık duygusuyla alevlenince taşradan gelen için şehir bir çığlık olur. Bu imge, yalnızlığın estetik biçimde dışlaştırılmasıdır. Kitaptaki ilginç bir durum da kavram olarak geçse bile tema olarak aşkın, hiç işlenmeyişi ya da bir şiire bütünüyle egemen olamayışıdır. Aynı islim üstündeyken şunu da söylemek gerekir, yaşlılıkla birlikte sevgiye sığınış ar- tar şairde. Mistisizm, öte ve din izlekleri; içerik olarak halk şiirinden alınmış olmakla birlikte söylem olarak kaynağından farklılaştırılmıştır. Nesnelerin birbirine 
Oktay YİVLİ
280 52 2008
dönüşmesinden hareket ederek yeniden doğuş ya da diriliş, alttan alta onun şiirinde varlığını gösteren bir temadır. “Devir” düşüncesi Gelgit şiirinde ve Toprağın Büyüsü’nün ilk ve son bentlerinde kuvvetle hissedilir. 3. İmge “Su” imgesi; çeşme, pınar, dere, ırmak, deniz, umman kavramlarıyla Eylül Kuşatması’nın önemli bir yapı taşı olarak görülüyor. Sürüp giden yaşamın, canlılığın, ömrün imgesi olarak algılanmış su. Akengin’de “Suların sesini dinleme saatleri” bile vardır (38). Suyun akışında, gizliden gizliye ona fon oluşturan bir türkü, zaman imgesi olarak da gösterir kendisini. Akengin; su, kar, yağmur, rüzgâr gibi akıcı imgelerle zamanı anlatır. Rüzgâr; çok renkli, çok kimlikli bir imge salkımı olarak karşımıza çıkar. Ney gibi inleyip çiçeklerle söyleşen rüzgâr; dervişin, çobanın, sözün kısası insa- nın dostudur. Dirlik, at, vahşî hayvan, uğultu, sayfa onun imgeleşen yüzle- ridir. Rüzgârda, “dervişlerden kalma emanet” bir giz, mistik bir güç vardır. “Rüzgâr girdi gün görmüş beylerimizin konaklarına” (54) dizesinde görül- düğü gibi o, çoğunlukla zaman olarak karşımıza çıkar. İshak Paşa Sarayı’nda Rüzgâr’da, onun bu niteliği, daha bir netleşir. Rüzgâr imgesinin böylesi de- ğişen yüzü; Akengin’in, şiirini yoğunlaştırmaktan çok, dağıtışındaki tavırla aynıdır. Kendi içinde dönüşümler yaşayan, bin bir yüzüyle evreni dolaşan zaman; “süzülüp bir şarap” olup insanı da kendi esrik girdabına çeker. Güz ve eylül imgesiyle kitapta sıkça karşılaşıyoruz. Eylül hüzün ayıdır Akengin için (9). O, simge olarak yaşlılığı ifade eder. Şair, yılın son mev- simini yaşamın bitişi ile özdeşleştirir. Bu aynılaştırma, Ahmet Haşim’den beri vardır şiirimizde. Ancak Akengin’in çizdiği sonbahar resmine, şefkatli bir elin gölgesi düşer. Bu el, “Ağartmış saçlarını, kalbi şefkatli / Yoluma dur- muş anacığım gibi” (66) dizelerinden anlaşılacağı üzere huzuru da nabzında taşıyan annenin olsa gerek. Acıyan güz, kendisine eren insanı, annelik içgü- düsüyle bağrına basacaktır. Sonbaharın karşıtı, delişmen ve sevdalı bahar imgesinde ise kuşku, korku ve kedere yer yoktur. Güzle, eylülle, akşamla gelen hüznü “yalnızlığın sultanı” olarak betimler şair. Hüzünle yalnızlığı, aynı potada eritir bir bakıma. “Ekmek parası gibi taşıyacaktım yalnızlığımı” (66) dizesi de bu tavrı sonsuzlaştırır. “Bir semaverlik muhabbet” kadar kısa ve güzel olan ömür; biraz gülüş, bi- raz gözyaşıyla geçen bir “düğün”dür. Bir “kağnı” gibi sayısız “pençe”ler yiye yiye göçmekte olan “Ömür ki iki dünyanın buluştuğu ırmak”tır (41). Bu dize, insanı ve serüvenini anlatır bir bakıma. Ömür imgesinin ikiz kardeşi su gibi akan hayat, Akengin’e göre mertlikle yaşanması gereken bir süreçtir. Mert- likte, karşı koyuştan çok, gurur ve yiğitlik vardır. Diğer akışkan metaforlar gibi, hayat da zamanı işaret eder.
Yahya Akengin’in Şiiri
281 52 2008
Gemi “dünya”, kaptan “Tanrı”, yolculuk “hayat”, o belde ve öte “cennet”, hancı “zaman”, yolcu “insan”, yaprak “gün / günler”, dağ “özgürlük” gibi sim- geler; Akengin şiirinin imge sistemini güçlendiren ögelerdir. 4. Renk Şairin “gözünü çelen” renkler değişik tonlarıyla karşımıza çıkıyor. Mor (3 kez) “derinlik, belirsizlik, çürümüşlük”; mavi (3) “okşayış, ışık ve deniz”; yeşil (5) “doğa, bereket, şefkat, işaret”; sarı “ışık”; sarışın “hüzün”; kırmızı / kızıl / lâl “canlılık, albeni, kan”; pembe “şeffaflık”; kara / siyah / esmer (4) “yoğunluk, çaresizlik, gizem”; ak / beyaz / kar beyaz (5) “deneyim, umut, cemre, kar, çok ak, temizlik”; kırçıl “aydınlık” anlamlarıyla estetik boyut kazanmaktadır. Akengin’in skalasına toplu olarak bakıldığında, karşıt renklerden ak ve kara arasında bir denge bulunurken soğuk renklerin (mor, mavi, yeşil) sıcak renklere göre (kırmızı, kızıl, sarı, sarışın, pembe) yoğunluğu görülüyor. Böy- lesi bir tuval, tutkudan çok dinginlik üzerine kurulan bir şiirin ifadesidir. 5. Ritim ve Ezgi Eylül Kuşatması’ndaki şiirler, çoğunlukla dörtlük ve bent birimleriyle kurul- muş. Yalnızca Sabadan şiiri (69) heceyle –on üçlü hece ölçüsüyle– diğer şiir- ler serbest nazımla yazılmıştır. Daha çok 12-15 heceden oluşan uzun dizeler, gevşek bir doku oluşturuyor. Çapraz, düz, sarmal ve mâni tipi olmak üzere bütün uyak örgüleri kullanılmış; tam uyak, yarım uyak ve redifle ritim sağ- lanmıştır. Mehmet Kaplan’ın Dıranas için söylediği “Şair çok defa şiir cümlelerini kafiyeden hareket ederek kurar” (1987, 335) saptamasının tersi, Akengin için söylenebilir. Onda uyak, dizeden sonra yerini almaktadır. Önce duygular, hayaller söze dökülmekte; uyaklar son bir fırça vuruşuyla yerine konmakta- dır. Ünsüzuyum (aliterasyon), ünlüuyum (asonans), yinelemeler ve ikileme- lerle ezgi oluşturulmuştur. Bunların içinde en zengin olarak kullanılan ünsü- zuyumdur. “Düşsün, düşen yaprak solsun solan çiçek” (10) dizesindeki “ş” ve “s” ünsüzleri, “Gür nehirlerinin esrarlı şırıltısı” (12) dizesindeki “r” sesi gibi kitapta birçok ünsüzuyum bulmak mümkündür. “Yoz oldu kokusu, soldu be- nizleri” (34) dizesinde “o”, “Nasıl bakardı ufka ve nasıldı dağ başında saadet” (56) dizesinde “a” ünlüuyumları hemen fark edilenlerdendir. Sözcük yinelemelerinde değişik uygulamalar yapılmış. “Şu telinde bir sev- da baharının şavkı var / Şu çizgide bir eski yaz gecesi uzar” (9) dizelerinde “şu” ve “bir” sözcükleri simetrik yinelem oluşturuyor. “Şimdi hülyalı atlasla- rında kervanlar çözüldü / Bütün ümitler iki bin’e ertelidir şimdi” (13) dizele- rindeki “şimdi” sözcükleri, karşıt yinelem meydana getiriyor. “Bir ucu sılada kalbinin, ümitlerde öbür ucu” (16) dizelerindeki “uç” sözcükleri, yan yinelem 
Oktay YİVLİ
282 52 2008
oluşturuyor. Bunların yanı sıra konuşma dilinde de mevcut olan “gizli gizli, ödeye ödeye, avaz avaz” gibi ikilemeler de yinelemeleri güçlendiriyor. “Andıkça İstanbul’u daldıkça Ağrı Dağı’na / Tutulmuş gönlü ve gururu / İh- tirasın alevden ilmiklerle örülü ağına” (55) gibi, “Çolak Paşanın Dersaadet’e özlem duyması / Ve Ağrı’nın heybetine ortak olma rüyası / Nice ömürler bitirir kan ter içinde” (56) gibi akışkan dize (anjambman)nin birkaç örneği var. “Bu kartal şehrinin dillere destan, som altın / Kapısından desturla giren nice dilber, nice yiğit” (56) gibi “Bazen ürkek bir güvercin / Kanadında giden zamanı” (64) gibi az da olsa kırık dize örneklerine rastlıyoruz. Akengin’de geniş cümle örnekleri az. Onun şiir cümlesi çoğunlukla ya tek dizeden ya da Cumhuriyet döneminde çok yıpranmış olan iki dizeden oluşu- yor. Durağanlığa dönük olan bu yapı, genellikle cümlenin yana uzamasından kaynaklanıyor. Tekdüzeleşen dize ise tonunu değiştirmeyen bir ezgi ortaya koyuyor. Geniş dize örneklerinin aynı şiirde toplanması; İshak Paşa Sarayı’nda Rüzgâr şiirinin ritim ve ezgi gücünü açıklarken bu saptamanın doğruluğunu da sınıyor. Eylül Kuşatması dize modelini, hecenin ikinci kuşağından değil, öncü hececilerden almıştır. 6. Üslup Kitaba betimleyici ve anlatımcı bir üslup egemendir. Betimlemelerle, şiirine zengin bir resim malzemesi sokan şair; yer yer pitoresk diyebileceğimiz bir dizeyi bulur. Çevre betimlemesine verdiği ağırlık, romancı bakış açısına sa- hip oluşundan kaynaklanıyor olsa gerek. Yahya Akengin’in kendisini ele veren, yalın, açık bir üslubu var. Kitaptaki sayılı simge; anlamı saklamaktan çok, içeriği daha iyi anlatabilmek için se- çilmiştir. İçine girmek isteyen herkesi kabul eden bu şiir Yahya Kemal’in ay- dınlığını anımsatır. “Bugün olmasa da yarın, ille de yarın” diyen şair, iyimser bir havada umudun şiirini söyler. “Sunulası, edende, gelende, geçende, şavk” gibi sözcükler; “Söyledim ol- madı küstüm olmadı”, “Barıştım olmadı küstüm olmadı” gibi söyleyişler; “Kubbe kubbe düğüm düğüm”, “dağlara dağlara” gibi kullanımlar; “Ya beni de götür ya sen de gitme” gibi alıntılar; belirgin biçimde halk şiirinin sesini Akengin’in dizelerinde duyurur. Halk ve Divan kültüründen motiflerle be- zenmiş bu şiirde, yinelenen güvercin ve ceylan kavramları, güzellik motifi ve geleneğin soluğu olarak hissedilir. “… lakin deniz / Hep deniz, aşk ile çılgın aşk ile sakin deniz” gibi yoğun dizeler olmakla birlikte genellikle uzun dizelerle oluşturulan bu şiir, gevşek dokuludur. Şair, İshak Paşa Sarayı’nda Rüzgâr’da akışkan, kırık ve cümle içinde duran dizelerle –Tevfik Fikret dizesi– yakaladığı geniş anlatımı, diğer şiir-
Yahya Akengin’in Şiiri
283 52 2008
lerinde yakalayamamıştır. Çünkü Akengin; biçim ve söyleyişten çok, içeriği daha fazla gözetir. Ancak “kanlı telaş” gibi, “hüzün şalı” gibi özgün imgelere de dikkati çekmemiz gerekir. Yukarıda adı geçen şiirde, diğerlerinden farklı olarak epik bir üslup ve davudi bir ses vardır. Fonda sanki Yahya Akengin’in ağır ağır okuyan, söz- cüklerin üzerinde duran sesi duyulur gibidir. Oylum geniş tutulsa bir küçük destan ya da uzun bir şiir ortaya çıkabilirmiş. Buradaki destansı eda, baba sevgisini ve özlemini anlatan Babamın Ardından (33) şiirinde azalarak sürer. Şair; bir tema çevresinde yoğunlaşmaktan çok, gözünün değdiği her şeyi almak isteyen bir hevesle temadan temaya atlar. Evrenin sunduğu çeşitlilik karşısında, şiirine her şeyi doldurma isteği; onun yoğunlaşmasını engelle- yen, şiirini dağıtan bir durumdur. Böylece şiirinin oluşumunda çağrışım, önemli bir rol elde eder. Kimi şiirlerinde seslenme tarzını buluruz. Bu bağlamda düşünülebilecek Birileri Var (16) şiirinin üçüncü dörtlüğündeki üslup, Bilge Kağan’ın sesleni- şini andırır. 7. İzdüşüm “Şiirler alır saltanatlar satarım” (79) dizesinde Orhan Veli Kanık’ın Eskiler Alıyorum (2001, 69) şiirindeki “Eskiler alıyorum / Alıp yıldız yapıyorum” ve “Eskiler verip musikiler alıyorum” dizeleriyle özdeş bir tını vardır. “Mor ikindiler” tamlamasında Ahmet Muhip Dıranas’ın Serenad (2000, 19) şiirindeki “mor akasyalar” Yaz Göç Ediyor (2000, 53) şiirindeki “mor dağlar” sözcük öbeklerine bilinçli bir anıştırma (telmih) var. “Dönmeyen âşık” (53) sözü de Dıranas’ın Olvido şiirinden sızmış. “Gemiler geçmeyen ummanlar” (12) dizesi, Yahya Kemal Beyatlı’nın Itri şiirinin “Gemiler geçmeyen bir umman” (1974, 19) dizesinin yansımasıdır. 8. Sonuç Anadolu; coğrafyasıyla, kültürüyle, şairleriyle Akengin’in şiirinde bir bütün olarak vardır. Bu dizelerde şehirle bir türlü barışamayan Anadolu çocuğu- nun çığlığı duyulur. Şaire göre vatan; sevginin olmadığı şehir değil, bozkır- dır. Büyük şehre bir taşralının gözüyle bakar hep. Bu kadar hır gür, bozulma içinde doğaya kaçmak, masalsı geçmişi özlemek ya da hülyalara sığınmak tek kurtuluş yoludur. Geçmişte bulduğu ise mutantan Osmanlı çağı ve hayal ufuklarının ötesindeki Kaf Dağı’dır. Onun gayesi bir masal evreni yaratmak değil, geçmiş zamanın büyüsünü böylece pekiştirmektir. Ömür, zaman, insan hep akıp gider. Şair, akış içindeki dünyayı bir gurbet, bir ayrılık yeri olarak görse de bu durumu bir trajedi olarak değil, yaşama- nın bir gereği olarak kabul eder. Bu davranışa, mistiklerin tanrısal özleyişi 
Oktay YİVLİ
284 52 2008
egemendir. Hayatın sonu ölüm olduğuna göre Tanrı’ya sığınmak gerekir. Böylece ölüm, ölümsüzlüğe dönüşür. Şairin, ölüm karşısında iç çatışma ya- şamamasının nedeni, kalbinde kuşkuya hiç yer vermemesidir. Akengin şiirinin ana izleğini, geçmişe özlem oluşturur. Birçok izlek, geç- mişe özlem izleğinin kozasından çıkar, tekrar ona döner. Geçmiş, kendi ço- cukluğundan öte bir süreç olup Türk’ün Anadolu macerasına kadar uzanır. Tarihe bakış ve geçmiş duyguları bağlamında Yahya Kemal’le yolu bir daha kesişir Akengin’in. Şair, İstanbul’a bakarken bugünü değil; Sadabad, Göksu, Âşiyan, Haliç ile altın bir çerçeve içinde parlayan; ud, tambur ve ney seslerinin gökyüzünü doldurduğu parlak Osmanlı İstanbul’unu görür. Zira hiçbir şehir, bugün de- ğildir onun için. İstanbul’a, Erzurum’a, Bayburt’a baktığında onlarda geçmi- şin –Italio Calvino’nun deyimiyle söylersek– “görünmez kentler”ini bulur. Akengin’deki geçmişe özlemin nedeni ne olabilir? Babasının okuduğu ila- hiler; Yunus Emre, Köroğlu, Emrah, Zihnî gibi halk şairlerinin dile getirdik- leri Anadolu; doğa içinde geçen çocukluk; dinlediği halk masalları, Dede Korkut Öyküleri; ninesinin ağıtları; “annesinin bohçası”nda derlenmiş za- manlar ve çağın hızlı değişimi, doğal olarak onu geçmişe gönderir.
Kaynaklar Ahmet Haşim (2001), Bütün Şiirleri, 5. Basım, hzl. İnci Enginün-Zeynep Kerman, İstan- bul: Dergâh Yayınları. Akengin, Yahya (2001), Eylül Kuşatması, İstanbul: Türdav Yayınları. Baudelaire, Charles (2001), Kötülük Çiçekleri, Çev. Ahmet Necdet, İstanbul: Adam Ya- yınları. Beyatlı, Yahya Kemal (1974), Kendi Gök Kubbemiz, 5. Basım, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti. Dıranas, Ahmet Muhip (2000), Şiirler, 3. Basım, İstanbul: YKY. Göker, Cemil (1986), Fransa’da Edebiyat Akımları, Ankara: DTCF Yayınları. Kanık, Orhan Veli (2001), Bütün Şiirleri, 43. Basım, İstanbul: Adam Yayınları. Kaplan, Mehmet (1987), Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, İstanbul: Dergâh Yayınları. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder